Archive for the ‘keşif’ Category
- In: başlangıç | hiçlik | karabasan | keşif | kozmik birey | son | suchness
- Yorum Yapın
tanrıları ziyaret etmeyi severiz.. en çok da kendi tanrımızı.. tanrıdan büyük bir karanlığımız olsa da ona etiketler takıp tasmaladığımız yanılgısına tutunuruz.. neden? çünkü insanız..
bu yüzden ben de sık sık tanrıdan büyük karanlığımla tanrıları ziyarete giderim.. en son roger‘a uğradığımda ona bakıp şöyle dedim:
– merhaba, tanrı.
– hoş geldin, insan.
filmlere yaraşır bu kısa ve öz girizgâhtan sonra johan‘ın meyveleriyle dolu piknik sepetini göstererek onu sarsmaya geldiğimi kendisine bildirdim.. şöyle bir baktı. tabiî, ne korkmasını ne de şaşırmasını bekliyordum. bir meyve alıp ona doğru fırlattım..
– geçen gün dediklerini düşünüyorum.. dedin ki ‘zaman, bir düzlem; hatıraysa bir yabancıdır. tarih, aptallar içindir ve insan, yüce tanrıların elindeki bir oyuncaktır.’ haklı olduğunu biliyorum ama sana kevin‘in ağzından cevaplarla geldim. gerçek şu ki yaratıcı tanrı, bir klişedir ve şöyle demeyi sever: ‘siz, tüm küçük şeyler, eksiksiniz!’ bizim hakkımızda nasıl böyle konuşur? yani kendisi sadece bir klişe ve biz, küçük şeylerin, ağlayıp yalnız kalmasını istiyor..
beni sabırla dinledi.. gülümserken güzel gözleri küçülüyordu..
– sana her şeyi tek seferde açıklayacağım: bir duygu okyanusu düşün. her insan, ruhunun derinliklerinde, bireyselliğini aşan ortak bir bilince sahiptir. bir tür olarak ortak bilinçleri ve onun karanlık tarafı, işte bu kabaran okyanustur. ben, bu kabartılardan doğdum, bu dünyanın egosu olarak. bu dünyanın kendisi, ben oluyorum. her insanın yüreğine çöreklenen karanlık. kötülük fikri. işte tanrı, budur.
– hey, bir dakika! bunları daha önce de duydum! kendini tekrarlamış olmuyor musun?
– bundan öte bir gerçek yok.
ve arkasını dönüp gitti. artık konuşmak anlamsızdı.. gerçeği bilmek, beni mutlu etmiyordu. johan, bir süredir ortalarda yoktu; yalnızdım. bireyselliğimi ve biricikliğimi yitirdiğimi düşünüyordum.. belki de egonun dehlizlerinde ışığımı arıyordum.. karanlıkta meş’ale çekmeye uğraşırken türlü türlü meşgale çıkıyordu karşıma..
uğraşlar, der saklı feylesof, maymun iştahlının küçük engelleridir.. asla büyük oynayacak kadar para kıramayan küçük kumarbaz gibi.. ya da çerezleri mideye indirmekten ana menüye geçemeyen pisboğaz..
bazen birileri kulağıma güzel şeyler fısıldıyor.. güzelliğe karşılık verememe acziyle kıvranıyorum.. duygusuz ve ruhsuz olduğumu düşünüyorlar.. belki de öyleyim.
***
kiliseyi severim ama kiliseli olmak istemem. isa severim ama “baba, oğul ve kutsal ruh”la başlayan cümlelerde kimlik arayışına girmek istemem.. mum yakıyorum, burçlardan bahsediyorum ya da çarmıhtakini boynumda gezdirmekten hoşlanıyorum diye batıl inançlı veya safdil olarak anılmak istemem.. istemem de istemem..
yine de aklıma yatan diyarlarda hoşuma giden insanlarla hoşbeş edelim isterim.. çünkü, yine de insanım.. ve yine de başa dönerim.. sanırım sana birazcık âşığım ama sadece sen de bana birazcık âşıksan, diyen isveçli, gerçekten de çok güzel dans etmiyor mu? dans ederken çok da güzel dans demiyor mu? tıpkı sen gibi.. tıpkı ben gibi..
şimdi, isveçlinin radyosundan bazı başlıklar:
-
anne, otoparkta beyhude suçlar işlerken güzel görünüyor muyum?
- değnek şövalyesi, on yedi yerinden mızrakladığı sevdiceğini görünce ‘bu başka türlü bir sevgi’ dedi.
- takıntılarınızı sınırlarda yaşayarak tatlı diyarında 25 günlük tatil kazanabilirsiniz.
okudum öğrendim: berserk “the lost chapter” – kentaro miura
dinledim genleştim:
- perfect sense part I – roger waters
- the repudiated immortals – of montreal
- In: amaçsızlık | ölüm | dada | hiçlik | keşif | kozmik birey | suchness | şüpheli
- Yorum Yapın
karanlığımın peşi sıra ilerliyorum.. yolda yürürken kulağıma fısıldadıklarını zihnimde tekrarlıyorum.. ruhuma eziyet etmesine izin veriyorum çünkü johan’ın meyveleri kuru ve acı.. artık hiç gülümsemiyorum; burada hava ağır ve kasvetli..
eğer gittiğim her yere cehennemimi de götürüyorsam ne kadar zaman geçmeli ki cennet sandığım diyarlar cehenneme dönüşsün? ya benim cehennemim, bana değil de toprağa kök saldıysa? o halde ister koşarak, ister uçarak uzaklaşamam mı ondan? toprak her yerde aynı değil.. çünkü toprak da havayla besleniyor ve inan güzel diyar’da hava bir başka!
aziz yahya’nın çiçekleri gözlerimi kamaştırıyor.. artık ondan kaçmak istiyorum; gün ışığına çıkamayışımı karanlığın beni yutmasına değil astigmatlı gözlerime bağlamak istiyorum.. ancak bu sarı çiçek bahçesinin gözlerimi zehirlediği gerçeğini artık kabul etmem gerek.. bu gözler karanlığa o kadar alıştı ki astigmat, ancak karanlığın isteyeceği bir dost olabilir..
johan, omzumun üstünden kulağıma fısıldıyor: “bu söylediklerinin hiçbir anlamı yok biliyorsun değil mi?” evet, biliyorum.. suratındaki alaycı, küçümseyen sırıtışı sezinleyebiliyorum.. çünkü aziz de olsa düşmüş da olsa ikisi aynı; çiçeklerin sahibi ve karanlığın uşağı aslında aynı.. çünkü isimleri bile aynı; bir etimolog edasıyla bunu söyleyebilirim..
aylardır ayamadığım bu gerçeğin bir süredir farkında olsam da ilk defa bunu sesli olarak ifade etme ve kabullenme gereğini duyuyorum.. sessizce dönüp johan’a gülümsüyorum, “johan, beni çöle götür; artık savaşmayacağım.” şaşırıyor, “ama karabatağım, çölde hiç meyve yok ki?” çölde meyve var, johan.. hem de çöl meyvesi; hem sulu hem acı..
yoldayız.. gidiyoruz.. nereye? mabede.. mabede? manastıra mı? ben zaten manastırdan mezun oldum; neden geri döneyim ki? mabed, illa manastır mı yani? hayır.. eskimiş arabaları koydukları yer var ya? araba mezarlığı mı? hah, oraya gidelim.. yukarıda bir tane kızılderili mezarlığı var; ölen arabanı oraya gömersen bir hafta içinde canlanıyormuş.. ama geri gelen şeyin senin araban olduğuna dair teminat veremiyormuş yüce ruhlar.. hıı.. ama bizim arabamız yok ki, johan!
bahar temizliği sırasında bulduğum yohanfaberkastel kalem, silgi ve boyalarımı lazım olursa diye yanıma aldığım iyi olmuş.. güzel diyar’ın resimlerini yapacağım; johancım bak, senin vatanın burası.. artık hiç korkmuyorum.
psikiyatr ile olan randevuma güzel diyar’ın resimlerinden biriyle dalıyorum..
– geç mi kaldım?
– umarım çok geç kalmamışsınızdır.. yoksa vakit kaybı olacak..
doktor bey ile aramızda masa, sehpa vs. yok.. “hasta” ile arasına masa gibi şeyler sokan psikiyatrlar, güvensiz ve eleştriye kapalı olurmuş; hâlbuki danışmanın da danışandan öğreneceği çok şey varmış.. aslında iletişime ve paylaşıma kapalı bir zihnin maddesel dışa vurumuymuş masalar, sehpalar vs.
– evet, bugün ve bundan sonraki her görüşmemizde pandoranın kutusunu açacağız.. görmeyi ummadığın şeyler görebilirsin.
– hay hay, açalım.. ancak içinden ne çıkacağını biliyorum; daha önce çok kereler açıp açıp içine baktım; sohbetler ettim.. içinden johan çıkacak.
– johan? bu johan, sevgilin mi oluyor?
– johan, birinin sevdiceği olamayacak kadar kendine düşkündür..
– hmmm, bana seni hatırlattı..
– daha yeni tanıştık, doktor! anneanneler gibi “ben insanı gözünden tanırım.” demeyeceksin değil mi?
– hayır, demeyeceğim. bugünlük bu kadar. yarın yine gel.. ya da gelme, fark etmez.. çat kapı gel en iyisi; sürpriz olsun. hazırlıksız yakalanmak istiyorum..
– peki o hâlde bir sonrakinde şeyde buluşalım..
– nerede?
– ııı, şeyde.. celile’de
– celile’de! hay hay! johan da gelecek mi?
– o gelmese de olur. asıl marangoz gelsin. ona soracaklarım var.
– ne gibi?
– sadece ona..
– peki. görüşürüz.
– görüşürüz.
gerçekten.. hepsi gerçek. o bilgenin dediği gibi: “gerçek burada bir yerlerde.” işte. johan, bir sepet meyveyle kapımda belirdi.. zaman az..
- In: ah şu gâvurlar | keşif | kozmik birey | medeniyet | suchness | yaşam
- Yorum Yapın
bu sene tatile çıkamıyorum. para yüzünden yurt dışı planlarını iptal ettikten sonra hiç gitmediğim şehirlerde gezmek adına aynı parayı harcamaya evet dedim.. domuz gribi hakkında herhangi bir fikrim yok. ama uzaklardayken mide ve bağırsak ilaçlarını listeye eklemek gerekecek. uzaklarda olma fikrini, aynı yoldan eve dönme fikrinden daha cazip bulmak diye bir şey var.. uzaklarda kendini bulmak, uzaklarda cehennemini tanımak; uzaklarda cenneti aramak… ilüzyon bitmez; ama gözlerini açıp o uçuruma gerçekten bakabilecek misin, tuulia?
hayatımdan memnun değilim.hayatımdan çok daha memnun olabilirim..artık sigortam var ve sistemde adımı görmek beni korkutuyor.bir süredir sigortalıyım ve daha fazla sigortalanabilirim..kendim için hiç çabalamıyorum; yapmam gereken şeyleri sürekli erteliyorum, sonra birileri çıkıp benim için bir şeyleri hallediyor. bu hep böyle. içimden bir ses, beni sürekli daha rahat olmaya teşvik ediyor.. onu dinlediğim sürece herşey yolunda gidiyor. yaşıyorsam bu yüzden..yarın tek başıma markete gidip alış veriş yapacağım ve metroya binip gideceğim..uzun zamandır yeni dönüm noktamın nerelerde kaldığını merak ediyordum. şimdilerde bir sonrakinin ne zaman geleceğini merak eder oldum.eğer bir dönüm noktası varsa bu şimdi olmalı..… için nasıl bir kafa yapısına sahip olmak gerekiyor? bu bağlantılar nasıl kuruluyor? insanlar nasıl seviliyor?- çocukken çalardım.
- içine hayalet kaçmış cd player canı istediği zaman dinah washington çalmaya başlarsa buna hayır dememeyi öğrenecek kadar keyiflendiğim zamanlarım oldu..
- herkesin gülümsediği ve barmenlerin bir süre sonra türkçe konuşmaya başladığı bu şehirde birileri ne kadar mutlu olduğumu ve sürekli gülümsediğimi söylediğinde şaşırmam yersiz..
- kıçım titremeye başlayana kadar üşüdüğümü anlamadığım havalarda çıplak gezmeyi severim..
- iki şehre âşık oldum; ikisi de soğuktu, ikisi de mükemmeldi; ikisinden de ayrı düştüm. belki de gerçekten mutlu aşk, yoktur..
- cehaletim, pek çok şeyi anlamama engel oluyor.
tatil, bitti.
- In: amaçsızlık | blog çılgınlığı | dada | hiçlik | keşif | yaşam
- 1 Comment
apart dairemde tek başıma oturuyorum. diğerleri nerede bilmiyorum. sanırım dünya barış günü adına düzenlenen dünya barışı ve dostluk maratonu heyecanı içinde bütün şeyler gibi beni de unutup gitmişler. hepsini bir tekil yerine koyup git gidersen, dedikten sonra içimden de “böylede sikiş olurmu?” demiş olma ihtimalim çok yüksek.
neyse sonuçta odada yalnızım. üstelik benim odam bile değil burası. niye kendi odamda oturmuyorum? sanırım kendime oyalanacak işler arıyorum bu odada. kitap mı okuyorum? yoksa dünyadaki çöller üzerine belgesellerle evren ve yaşam vikipedi serisini mi izliyorum? belki de boş boş duruyorum. tam o anda karşımdaki dolabın kapağı yavaş yavaş gıcırdaya gıcırdaya açılıyor. ben kapağı izliyorum, kapak açılıyor. içimden bermuda şeytan üçgeni, diye geçiriyorum bir an.. sonra hemen kendime gelip romantik yerler ya da dünyanın en romantik resmi ne olabilir ki, diyerekten ortamı dağıtma çabaları filan..
eski günler geliyor aklıma birden.. çöl kum ve sex film zamanları… cikcik porno film izleyip çöp adamla sevişme oyunu oynardık bizim hadımla. çoğu zaman tekel bira kokar ve kız oyunları oynamak istiyorum ben, diye mızmızlanırdı. “gerçekten yemek yapmak istiyorum oyunla…” bazen evlere servis ev yemekleri yapan bir yer biliyorum, diyerekten avutmaya çalışırdım ama dinlemezdi.
günün birinde genelde birlikte oynadığımız parkta tek başıma nudes dans yapıyordum ki ağaçların arasından beliriverdi ve şöyle buyurdu: “gidiyorum yalnızlıgımla.” bu kadar afili bir girişe gerek var mıydı ki, diye düşünürken çaresiz “peki, askeri gideceği yer paklarmış.” dedim ve yolcu ettim bizimkini. giderken geri döndü. gözleri kısık, sesi boğuk boğazlanan bir köpek gibi “gidiyorum yalnızlığıma…” dedi. eh, anladık uzatma, diyecek oldum ki birden yok oldu ağaçların arasında.
bunca yıl eminim ki böyle bir afili giriş ve afili çıkış için çalışmıştı, şerefsizim. fazla kafa yormadım yine de.. hemen unutmak lafları çaktım arkasından. neden varsın, falan dedim. artık yoksun, diyerek rahatlattım kendimi.
şimdi düşünüyorum da amma boş şeylerle uğraşmışız be küçükken.. dolabın gıcırdayan kapağı ilgimin dağılmasından içerlemiş olmalı ki daha bir gürültülü gıcırdamaya başlıyor. şimdiki zamana zoraki dönüşüm sırasında vardığım sonucu yitiriyorum.
tuulia notu: bu site şimdilik arama motorlarına kapalı.. sanırım nedeni, yazının başlığından da anlaşılabileceği üzere yeşille belirtilmiş arama motoru girdileri olsa gerek.. bana bunlarla gelme, ey okuyan!
gevezeler var