Archive for Temmuz 2008
ben de gördüm bir mucize
Posted Temmuz 31, 2008 Perşembe
on:- In: amaçsızlık | hiçlik | keşif | yaşam | şüpheli
- Yorum Yapın
bütün hükümetler kötüdür. biz de öyleyiz. siz de öylesiniz. merhaba, biz geldik. hoş geldiniz. şeker almaz mıydınız? teşekkürler, kullanmıyorum. ah, ne güzel!
bir iki üç. duma duma dum. bence biz insanevlatları, mutlu olmayı hak etmiyoruz. sadece anahtar kelimelerle bile bunu gösterebilirim. evet, sevgili hindibalar, eğer ben yönetici olsaydım diktatör olurdum.
aslında bir şeyler anlatmaya geldim ama pek kifayetsiz buldum kendimi.. böyle boş boş bakıyorum. eh, biraz da kendimden bahsedeyim bari.. (bu noktada yazan kişi, şuursuzluğun doruklarında ağzı kulaklarında koşmaktadır, evet) şöyle ki: yeni bir iş aldım, şu aralar onunla uğraşıyorum. son birkaç ayda biri uzun ve berbat, diğeri kısa ve harika olmak üzere iki tatile çıktım. yeni ten rengimi pek sevdim. dengesiz bir annem, narsist bir babam var. etrafımdaki herkes evleniyor.
30 yaş krizine doğru koşmakta, denize atılmış bebe gibi çırpınmaktayım.. ne var ki elde avuçta hiçbir şey yok.. bir gram metanet, bir tutam umut, hiçbir şey yok.. böyle karamsar olacağıma, umursamaz olayım, dedim ama bu ipin ucunu bir yere tutturamadım. ayrıca verilen kararı yerinde buluyorum.
ah, sizin bir blogunuz yok mu, kuzum? “o şort orası için çok kısa zaten.” diyor. ilk gece aşağıya kotla iniyorum.. Gondolda önümüzdeki sıraya binen hatunların kıyafetlerini görünce “yuh, bir de şortuma laf ediyorlar.” diyorum. bakıyorum millet rahat. hemen ertesi gece, daha uzun olan diğer şortumu giyiyorum. “bu ne lan götünde don yok senin.” diyor tutucu genç insan. üçüncü gece aynı insan, “istersen sana benim tişörtlerden vereyim. ama benimkiler tutucudur giymezsin sen şimdi onları.” diyor.
şu an televizyonda çok acayip bir film oynuyor. ve benim bir yere varacağım da yok. zaten çalışmam gerek. mucizeyi unuttum.
duman da bastı dağlara
Posted Temmuz 21, 2008 Pazartesi
on:- In: keşif | yaşam | zaman
- Yorum Yapın
evet, hayatımda ilk defa avrupa yakasından anadolu yakasına şehriler arası otobüs yolculuğu yapacağım ve evet, siz bilet satan “her cümlenin sonuna efendim kondururum” bey, otobüs saatlerini verirken bunların sadece esenler’e giden otobüslerinizin saatleri olduğunu bildirmek zorundasınız.. hizmet böyle bir şeydir.. hizmet eden, hizmet edilenden hizmetinin karşılığı (ücret) dışında bir şey beklemez.. ama biz hizmet edilenler çok şey bekleriz.. neyse sonuç itibarıyla biletleri ben almış olsaydım da aynı şey olacaktı, bilinçli otobüs yolcusuna alışmış şımarık otobüs işletmeciliğine selamlar..
neymiş? hayatımda ilk defa esenler denen o abudik yere gitmeler.. az yükümüzle topkapı servisine oradan da taksim dolmuşuna binmeler.. sonra güzelim ışıkları ve kıyılarıyla istanbul’u görmeler.. “bu şehir…” deyip gerisini getirememeler.. ne demek istediğimi herkesin bilmesi.. taksim’e inince hemen otobüse koşmalar ve sevgili evlerimize doğru yol almalar..
tehlikeli sularda yüzdüğümü biliyorum.. bir ara kendime gelir gibi oluyorum “bu ne lan? gâvur lise filminde miyiz?” sonra yine gözlerim kapanıyor.. burada bulutlar bir başka, gökyüzü de öyle.. gençler çeşit çeşit atlıyorlar. onlara bakarken benim hiç böyle yazlık aşklarım, arkadaşlıklarım olmadı her sene tazelenen, yeni dedikodularla yeşeren, diye düşünüyorum.. 20 günlük akdeniz cehenneminden sonra 2 günlük trakya bir cennet..
içimde tutmadığım her şey gibi bu da yitip gitti.. sübyancılığın kıyısından dönen tuulia bildiriyor.
“âşık olacağıma inancım, sıfır.” diyorum kayıtsızca.. artık, yeniden… bir isyan, bir aman sen de, bir dramatize etmeyelim, havası yükseliyor sanki. içeriğini hatırlayamayacağım.. bütün gece konuşuyoruz.. sanırım uzun zamandır birilerinin yüzüne bakarak, sesini duyarak yaptığım içi dolu ilk ve tek konuşma bu. insan iletişime aç.. sizce, diyorum, bu ülkeyi sevmek ama bu ülkenin insanlarını sevmemek.. yani insanlar her yerde aynı mı? “hiç de değil.” diyorlar.. “+2 derece ve new york sular altında… elimizi çabuk tutmalıyız.” diyorum.
onun öncesinde sahilde yürüyelim, diyorum.. dışarı çıktığımdan beri kendimi capcanlı hissediyorum. ah, ya.. sahilde insan bile olmayı beceremeyen birileri varken ve işin en kötü yanı, bu onların suçu bile değilken.. sahilde yürümek mi? hah! “bakayım tırnaklarına..” diyor. “tiki olacağım, dedim sana; bu uğurda her şeyi yapıyorum!” tırnaklarım bir french ki sorma.. “ben anlamam.” diyor.
“artık ne istediğime karar verdim. yani bu hayatta ne yapıyoruz ki? çalış çalış sonra iki hafta tatil sonra yine çalış çalış.. elde ne var? hiç. sadece yapmak istediklerim için para biriktirip, hayatımı yaşayacağım. sonra da beş parasız kalacağım ama olsun.” keşke daha fazla insan bizim gibi yapsa.. zaten hiçbir bokun güvencesi yokken nedir bu telaş?
sevdiğim insanlar bana iş bulmaya çalışmaya devam ediyor.. onlara nasıl teşekkür edeceğimi bilemiyorum.. yeni ses sistemimle küçücük odamda müzik dinlemek artık başka bir şey.. ara sıra antony odama geliyor, ara sıra diğerleri..
dünyanın en güzel ülkelerinde yaşayıp da güzelliklerden hiç faydalanamayan, köle gibi çalıştırılıp, köpek gibi ölüme terkedilen insanların olduğunu bilmek çok üzücü.. ve ben, batının beyaz çocuğu, batıyla doğu arasında; batıda doğulu, doğuda batılı; en sonunda ortada bir yerlerde belki de orta doğulu, ben, hep gitmek istiyorum.. siyah insanların, sarı insanların, kahverengi insanların evine gitmek, onlara “aslında hiç de farklı değiliz.” demek istiyorum ama sözcüklerle değil.. okyanusta yüzen insan, benim de dileklerim var.
ve aşk demişken.. kelimelere, bir insanın aklına âşık olunabilir mi? bu kadar yakınken bu kadar uzak olup ağlamalı mı? okyanusları aşmalı mı? inanmalı mı? üstelik uçmaktan korkmuyorum.
- In: medeniyet | yaşam | şüpheli
- Yorum Yapın
bu işi çocuklara yaptırıyorlar; çünkü onlar sekmeyi seviyor.. eğer burada daha fazla yazmak istemediğimi söylesem; beni burada bulabilirsiniz desem.. çünkü burada yazdıklarım hep uzun ve hep başka ve hep resimli olsa ve kendime koyduğum bu kuralları yıkmakta zorlanıyor olsam.. cümle kurmakta da zorlanıyor olsam ama orada her şey daha farklı desem.. ama burasının kalıcılığı tasdiklenmiş gibi bir şeyken orası yarın olmasa ve eldeki bulgurdan da olsam, kötü olmaz mıydı? o hâlde? belki de zorlamalı azıcık..
bu arada motor tepesinde afrika’yı gezen şu kişiyi ne kadar kıskandığımı anlatamam.. aslında imrenmek bu.. yoksa başına bir şey gelmesini istemem.. süründürmek istediğim bir iki kişi var.. ilahî güçlerin bana yardım edeceğine inancım tam.
kadının doğurup doğurmamaya karar verme hakkının bile olmadığı bir yer.. bilmediğin şeyler için üzülmezsin. insanların kabile hayatına ihtiyaç duyabileceğine inanmak istemiyorum.. penislerinize bu şeylerin yapıldığını düşünmek istemezsiniz öyle değil mi, modern adamlar? sünnet olurken titrediği için oğlunu öldüren babanın gururunu ve onurunu temizlemesi.. insan, hayvan sürüsünden farksızsa neden yazıyoruz, okuyoruz? neden diğer şeyleri yapıyoruz? medeniyet araba ve bina demek değildir..
nesnelere duyduğumuz ihtiyaç.. ötesinde testosteron denilen şeyin ‘adam‘ denen insanı soktuğu utanç verici durumlar.. hayır, kellikten bahsetmiyorum.. kafama bir uçak düşse ben bunları görmesem.. kız çocukları ve erkek çocukları bunları görmese..
burası canımı sıkıyor.. gidip orada yazacağım.
gevezeler var