Archive for the ‘yaşam’ Category
- In: amaçsızlık | ölüm | hiçlik | karabasan | medeniyet | yaşam
- 3 Comments
onlar hayatın çeyreğinde yitik.. onlara göre akranlarının uğraşıları işe yaramaz.. kendi ölümlülüklerini çok düşünür oldular. ana babaları zamana karşı koyamadı ve şimdi sıra, kendilerinde.. güvensizlikleri, eylemlerinin anlamsızlığı gerçeğiyle destekli.. güvensizlikleri, değil bir başkasını kendilerini bile sevememe yetisiyle destekli.. güvensizlikleri, şimdiki başarılarını gölgeliyor..
yakın kişisel ilişkilerini yeniden değerlendirmek zorundalar. arkadaşları ya da romantik ilişkileri yok; cinsel hüsran ve gönülsüz bekârlık, yaşam biçimleri.. işlerinde hayal kırıklığına uğruyorlar. okul yaşamını özlüyorlar. eğilimleri, güçlü fikirlere bağlanma yönünde.. sosyal etkileşimler, onları sıkıyor. eski okul arkadaşlarıyla da bağları yok.
finansal kökenli stres, hayatın pahalılığı altında ezilmelerini kolaylaştırıyor. yalnızlık, depresyon ve intihar eğilimleri onlar için sadece çayın yanında kurabiye.. yine de çocukları olsun istiyorlar. sanıyorlar ki herkes, bir şekilde, onlardan daha iyi durumda.. sosyal becerileri, hüsran boyutlarında..
klinik olarak teşhis edildiler.. geleceklerini kurtarmak için yapabilecekleri hiçbir şey yok. gelecek tasarıları yok çünkü şimdide kaygı ve ümitsizlik dolular.. yerleri sağlam değil. baskıyı hissediyorlar; ama sesleri çıkmıyor. hırslı ama yeri sağlam olmayan genç yetişkin, sen en büyük kurbansın. selam.
dar bir çerçeveden zihnini meşgul eden çeyrek ekmek hayat ve hiç bitmeyen laf kalabalığınla sen..
- In: ah şu gâvurlar | keşif | kozmik birey | medeniyet | suchness | yaşam
- Yorum Yapın
bu sene tatile çıkamıyorum. para yüzünden yurt dışı planlarını iptal ettikten sonra hiç gitmediğim şehirlerde gezmek adına aynı parayı harcamaya evet dedim.. domuz gribi hakkında herhangi bir fikrim yok. ama uzaklardayken mide ve bağırsak ilaçlarını listeye eklemek gerekecek. uzaklarda olma fikrini, aynı yoldan eve dönme fikrinden daha cazip bulmak diye bir şey var.. uzaklarda kendini bulmak, uzaklarda cehennemini tanımak; uzaklarda cenneti aramak… ilüzyon bitmez; ama gözlerini açıp o uçuruma gerçekten bakabilecek misin, tuulia?
hayatımdan memnun değilim.hayatımdan çok daha memnun olabilirim..artık sigortam var ve sistemde adımı görmek beni korkutuyor.bir süredir sigortalıyım ve daha fazla sigortalanabilirim..kendim için hiç çabalamıyorum; yapmam gereken şeyleri sürekli erteliyorum, sonra birileri çıkıp benim için bir şeyleri hallediyor. bu hep böyle. içimden bir ses, beni sürekli daha rahat olmaya teşvik ediyor.. onu dinlediğim sürece herşey yolunda gidiyor. yaşıyorsam bu yüzden..yarın tek başıma markete gidip alış veriş yapacağım ve metroya binip gideceğim..uzun zamandır yeni dönüm noktamın nerelerde kaldığını merak ediyordum. şimdilerde bir sonrakinin ne zaman geleceğini merak eder oldum.eğer bir dönüm noktası varsa bu şimdi olmalı..… için nasıl bir kafa yapısına sahip olmak gerekiyor? bu bağlantılar nasıl kuruluyor? insanlar nasıl seviliyor?- çocukken çalardım.
- içine hayalet kaçmış cd player canı istediği zaman dinah washington çalmaya başlarsa buna hayır dememeyi öğrenecek kadar keyiflendiğim zamanlarım oldu..
- herkesin gülümsediği ve barmenlerin bir süre sonra türkçe konuşmaya başladığı bu şehirde birileri ne kadar mutlu olduğumu ve sürekli gülümsediğimi söylediğinde şaşırmam yersiz..
- kıçım titremeye başlayana kadar üşüdüğümü anlamadığım havalarda çıplak gezmeyi severim..
- iki şehre âşık oldum; ikisi de soğuktu, ikisi de mükemmeldi; ikisinden de ayrı düştüm. belki de gerçekten mutlu aşk, yoktur..
- cehaletim, pek çok şeyi anlamama engel oluyor.
tatil, bitti.
- In: amaçsızlık | blog çılgınlığı | dada | hiçlik | keşif | yaşam
- 1 Comment
apart dairemde tek başıma oturuyorum. diğerleri nerede bilmiyorum. sanırım dünya barış günü adına düzenlenen dünya barışı ve dostluk maratonu heyecanı içinde bütün şeyler gibi beni de unutup gitmişler. hepsini bir tekil yerine koyup git gidersen, dedikten sonra içimden de “böylede sikiş olurmu?” demiş olma ihtimalim çok yüksek.
neyse sonuçta odada yalnızım. üstelik benim odam bile değil burası. niye kendi odamda oturmuyorum? sanırım kendime oyalanacak işler arıyorum bu odada. kitap mı okuyorum? yoksa dünyadaki çöller üzerine belgesellerle evren ve yaşam vikipedi serisini mi izliyorum? belki de boş boş duruyorum. tam o anda karşımdaki dolabın kapağı yavaş yavaş gıcırdaya gıcırdaya açılıyor. ben kapağı izliyorum, kapak açılıyor. içimden bermuda şeytan üçgeni, diye geçiriyorum bir an.. sonra hemen kendime gelip romantik yerler ya da dünyanın en romantik resmi ne olabilir ki, diyerekten ortamı dağıtma çabaları filan..
eski günler geliyor aklıma birden.. çöl kum ve sex film zamanları… cikcik porno film izleyip çöp adamla sevişme oyunu oynardık bizim hadımla. çoğu zaman tekel bira kokar ve kız oyunları oynamak istiyorum ben, diye mızmızlanırdı. “gerçekten yemek yapmak istiyorum oyunla…” bazen evlere servis ev yemekleri yapan bir yer biliyorum, diyerekten avutmaya çalışırdım ama dinlemezdi.
günün birinde genelde birlikte oynadığımız parkta tek başıma nudes dans yapıyordum ki ağaçların arasından beliriverdi ve şöyle buyurdu: “gidiyorum yalnızlıgımla.” bu kadar afili bir girişe gerek var mıydı ki, diye düşünürken çaresiz “peki, askeri gideceği yer paklarmış.” dedim ve yolcu ettim bizimkini. giderken geri döndü. gözleri kısık, sesi boğuk boğazlanan bir köpek gibi “gidiyorum yalnızlığıma…” dedi. eh, anladık uzatma, diyecek oldum ki birden yok oldu ağaçların arasında.
bunca yıl eminim ki böyle bir afili giriş ve afili çıkış için çalışmıştı, şerefsizim. fazla kafa yormadım yine de.. hemen unutmak lafları çaktım arkasından. neden varsın, falan dedim. artık yoksun, diyerek rahatlattım kendimi.
şimdi düşünüyorum da amma boş şeylerle uğraşmışız be küçükken.. dolabın gıcırdayan kapağı ilgimin dağılmasından içerlemiş olmalı ki daha bir gürültülü gıcırdamaya başlıyor. şimdiki zamana zoraki dönüşüm sırasında vardığım sonucu yitiriyorum.
tuulia notu: bu site şimdilik arama motorlarına kapalı.. sanırım nedeni, yazının başlığından da anlaşılabileceği üzere yeşille belirtilmiş arama motoru girdileri olsa gerek.. bana bunlarla gelme, ey okuyan!
- In: dada | hiçlik | kozmik birey | suchness | yaşam
- 2 Comments
sevgili zencefil, hayır hayır! şöyle başlamalı: ey, zencefil kılıklı dürzü! kabalığımı mazur gör; seni kaynar sulara yatırıp su buharına karışan kokunu içime çeke çeke içmek isterdim ama görüyorsun ki acımasızlığımın bir nedeni var: keyfim pek yerinde!
bu yüzden karanlığı ve ölümü bir kenara bırakıp yaşlılıktan söz edeceğim. çünkü yaşlanmak demek, ölümü düşünmemek demektir. şöyle ki, doktorlara gittiğim kadar yaşlılara da gittiğimden söyleyecek çok şeyleri oluyordu, bu tonton insanların.. yaşlı teyzeler, beni içeri davet edip yiyecek içecek ikram etmek istiyorlardı; birlikte çay içelim, kurabiye yiyelim arzusundaydılar mütemadiyen..
çarpık bir mantığı olan karanlığım, nedense bunu pek eğlenceli buluyordu.. ne hikmetse, sokaktaki teyzelerin de bana olan ilgisi es geçilecek gibi değildi.. öyle ki, karanlığımı dolaşmaya çıkardığım ilk gün, kavga eden kalabalığı henüz geçmiş ve ufukta acaba daha neler var merakıyla gözlerimi kısmıştım ki bakışım, az ilerde bir duvar kenarında duran teyze üzerinde kalıverdi..
teyze, çizgi film gözleriyle melül melül etrafında bakınıyordu; beni görür görmez bakışlarıyla üzerime atlatı.. onu itip yolumu değiştiremezdim çünkü teyze yolumun tam üzerindeydi ve yardıma muhtaç bir çizgi film karakteri kadar karşı konulmazdı.. sonuç olarak, söze “evladım beni markete götür, eve yürüt, başım dönüyor, ayağım sakat” diyerek başladı. ciyak kedi‘nin dillendirmeyi pek sevdiği “yardım etmek can yakmaz” düsturuyla girdim teyzenin koluna; bir eliyle yapıştı etime.. yardım isteyen yaşlı teyzelerin ellerinin fırın gibi sıcak olmasının arkasındaki komplo teorilerini hemen değerlendiriverdim iki saniyede.. eğer biraz daha paranoyak olsaydım onun insan olmadığına inanabilirdim.. nitekim yolda bana bir takım şüpheli sorular sordu: kaç yaşındaymışım? evli miymişim? nerede oturuyormuşum? biraz biraz daha paranoyak olsaydım onun gizli bilgilerime ulaşmaya çalışan bir casus olduğuna inanabilirdim..
nedense karanlığım çalınmaktan çok korkuyordu ve bu gibi durumlarda aklıma garip garip fikirler sokuyordu.. kaçamak cevaplarımdan işkillenmiş olacak ki teyze, pişirmek için aldığı baklayı torbasından çıkardı ve ekledi: “çok soru sordum değil mi? ben de oğluma kız arıyorum; kusura bakma evladım.. güzelsin, alımlısın.. umarım hayalindeki baklayı pişirirsin.” ve bu son sözlerle teyze, beni orada, yolun ortasında, elimdeki baklayla bırakıp evinin yolunu tuttu..
ilk teyze şokunu daha atlatamamıştım ki etrafım bir teyze sürüsüyle sarıldı.. hep bir ağızdan “ah, ne güzel şeysin sen, maşallah, pek cici.. bir şeyler içmez misin? yolandaaa! güzel kızıma bir kahve yapıver, o kurabiyelerden de getir!” dediler.. çaresiz hepsinin çayını, kahvesini içtim; kurabiyelerini, tatlılarını, meyvelerini mideye indirdim.. onlardan ayrıldığımda arkamdan söyle sesleniyorlardı: “sakın yaşlanma, olur mu, evladım?” gülümseyerek yoluma devam ettim. karanlığım kulağıma fısıldıyordu: “senin ölmeni istiyorlar.”
tuulia notu: pek ihtişamlı bir son olmadı galiba, değil mi? aslında buna son bile denemez.. çünkü macera devam ediyor.. ancak dillendirmek de yazıya dökmek de son derece zor..
içimden öykü cinleri göz kırpıyor – kısım 2.1. zencefil’le silinmiş söyleşiler
Posted Kasım 2, 2009 Pazartesi
on:- In: dada | hiçlik | keşif | kozmik birey | suchness | yaşam
- Yorum Yapın
ve böylece sabah akşam aziz yahya seanslarına gitmeye başladım.. her ne kadar etten kemikten bir gerçekliği olmasa da azizin, benimle çiçekleri aracılığıyla iletişim kurduğunu biliyordum; çiçeklerinin huzurunda her zaman tok ve ayık bulunmamı istediğini bildiğim gibi… her sabah kahvaltıdan ve her akşam yemekten sonra o garip kokulu sarı çiçeklere bırakıyordum kendimi..
bir kahvaltı veya bir akşam yemeği kaçırsam sorun olmuyordu.. ama seansları haftalar boyu kaçırmak demek, karanlığın hiç gitmemişçesine, pişkince içine çöreklenmesi; yerine güzelce yerleşip ayaklarını uzatması ve kumandayı ele geçirmesi demekti. kumandanın karanlığın eline geçmesi ise, dünyayı ve üzerindeki yaşamı onun gözlerinden görmek demekti.. karanlığın gözlerinden görülen dünyayı nasıl tasvir edebilirim ki sana, zencefilli turtam? o zencefil bakan gözlerini zencefil kokan ellerinle ovuşturmayı bırak. yoksa sıkıyor muyum seni? oysaki ne istekliydin öykü cinlerimle oynamaya!
o halde sana cevizlerden bahsedeyim.. primatlardan kemirgenlere, dinozor bozması kuşlardan böceklere kadar herkesin gözdesidir ceviz yemişi.. bizim buradaki bazı primatlar kâh ağaçlara sopa fırlatarak kâh onları sallayarak düşürdükleri cevizleri yerlere çala çala kırmaya uğraşırlar.. inan ki ceviz kırmada en başarılı hayvan, kargadır. o kadar başarılıdır ki bazı primatlar, kargayı taklit etmek isterler.. şüphesiz şehrin en bıçkın kuşudur karga.. martılar, her ne kadar, onunla boy ölçüşecek kadar heybetli olsalar da zekâsını alt edemezler.. işte bu yüzdendir ki cevizin en iyisini hep kargalar yer.. zaten ceviz kıran bir martı da görmemişsindir eminim!
bu ceviz sezonunu kapatırken eklemeden edemeyeceğim, ağacından inip gelen cevizin tadı başkadır ve bu sezon, cevizlerin en güzelleri, en datlıları ağaçlarından inerek ayağıma kadar gelmişlerdir. bu kadar ilerlemişken cevizin ne denli kutsal bir yemiş olduğunu da anlatmama izin ver, lütfen..
cevizin aç bünye üzerinde caydırıcı olmaktan öte merak uyandırıcı olan kabuğunun gücü, içindeki meyvesinin olgunlaşmaya başlamasından itibaren dışarıya gönderdiği sinyallerden gelir.. bu sinyaller, ister mistik ister kimyasal olsun ceviz ağacının altında, yanında, dalında ya da üzerindeki havada ne varsa kendine âşık eder.. ceviz yemişinin gücü, süper zekâlı bir insanın beyin gücüne denktir; yani ceviz yemişinin şeklinin beyni andırması boşuna değildir. bu yüzdendir ki cevizin kabuğunu içindeki yemişi parçalamadan kırmak makbuldür. şimdi diyeceksin ki “kafayı cevizlerle mi bozdun, bre zındık?” zındıklığım cevizden olsun, be çayda demlenesi, şifalar şifalısı.. ayrıca söz konusu ceviz olduğunda zındıklaşmayacak birini tanımıyorum.
ceviz konusunda bu kadar atıp tutmam seni yanıltmasın, kızılparem. ceviz benim için geçici bir heves.. inan ki bak! daha önce ne hindibalar, ne ebegümeçleri eskittim ben! bitkisever bir insanım ne de olsa.. yalnız şunu bil, bunlar tüketime yönelik ilişkiler.. işte o sarı çiçeklerle olan ilişkim de sadece çıkar ilişkisi.. yoksa sana duyduğum hayranlığa hiçbiri layık değil! ah, o karşılıksız sevgi! ah, platonik göz! ah, bundan haberin yoktu, öyle değil mi?.. şimdi olduğuna göre lütfen şöyle deme: “ben platonik aşktan pek anlamam. benim aşkım gerçektir.” olur mu?
tuulia notu: bu öyküde yer alan herkes, her şey falan filan derken araya zencefil karıştı.. sanırım 3. kısma geçmek sandığımdan daha uzun sürecek.. hmmm
vardığım tek sonuç: b12
Posted Haziran 23, 2009 Salı
on:- In: blog çılgınlığı | keşif | kozmik birey | suchness | yaşam | zaman
- Yorum Yapın
garip hissediyorum.. uzun zamandır ilk defa yalnızlıktan hoşlanıyorum.. uzun zamandır ilk defa kendim gibi hissediyorum.. eskisi gibi. kediye soruyorum: bir hayat böyle geçer mi? ateş, çıtırdıyor.. kendime soruyorum: gerçek nedir? çünkü sönen kor hiç gerçeğe benzemiyor.
içimdeki dünya ile dışımdaki dünya bir değil. bir olan var mıdır bilemiyorum. yıkanmış bulaşıklar, yıkanmayı bekleyen bulaşıklar.. sulanmayı bekleyen çiçekler, yıkanmak isteyen balkon.. kimsiniz siz?
yeni karargâhım olarak ilan ettiğim salonda 40 inçlik bir çünlüğe yazıyorum. kediye soruyorum: ciğer vereyim mi? ciğerin kalanı sokak kedilerine gidecek.
ve bir de gözler var.. garip gözler.. ben korkağım.. korkak olmaktansa aptal olmak daha iyi değil mi? siliyorum yazıyorum, yazıyorum siliyorum. sol.. gerçek adı frederick.. biliyorsun, mercury gibi.. onun da gerçek adı… neyse.. sonuç olarak 40 inç üzerinde bütün hareketlerini çözdüm ve insan tek başına oyun oynamaya alışıyor bir zaman sonra.. hayır, vardığım sonuç: bütün bunlar, geniş alan ve 40 inçten kaynaklanan yanılsamalar.
daldan dala atlamak adına: üzerindeki “hand of god” yazılı tişörte anlam veremiyorum.. bildiğin lame yani. godhand yazsa başka hani.. idea of evil mesela.. hatta grifisu..
– bir duygu okyanusu. her insan, ruhunun derinliklerinde, bireyselliğini aşan ortak bir bilince sahiptir. bir tür olarak ortak bilinçleri, onun karanlık tarafı, işte bu kabaran okyanus. ben, bu kabartılardan doğdum, bu dünyanın egosu olarak. bu dünyanın kendisi, ben oluyorum. her insanın yüreğine çöreklenen karanlık. kötülük fikri. işte bu, tanrıdır.
– bu, sadece mutlak bilincin çoklu katmanlarının görünen yüzü. ama biliyorsun. biliyorsun ki bu yer, korkunç derecede insani. şiddet ve yalnızlık… bu yer her türlü bulanık, olumsuz duyguyla dolup taşıyor. insan doğasını tanımlayan irade, aslen budur.
benim tanrım, artık b12.. deniz kuşları hâlâ gülüyorlar.. ve evet, kedinin bir adı var. of
- In: amaçsızlık | ölüm | cinayet | dada | karabasan | keşif | kozmik birey | yaşam | zaman | şüpheli
- Yorum Yapın
bir şeyler olmakta.. hepsini yazacağım.. ama öncelikle özet başlıklar geçelim:
domuz gibi gribi, tuulia’nın kafasını yardı..
sapığın yazı!
dolmuşta baştan çıkarma sanatı.
evet, başlıklardan az çok anlaşıldığı üzere dolu dolu bir hafta geçirmişim, öyle değil mi, sevgili çünlükseverler? şimdi asıl şeye gelelim..
domuz gibi gribi, tuulia’nın kafasını yardı.. öncelikle domuz gribinin türkiye’ye sağ salim girişini kutluyoruz; kollarımızı iki yana açarak kendisini karşılıyoruz. neden geç kaldın, diye de sitem ediyoruz. bu haberi duyan tamiflular, raflarda kıpırdanmaya, birbirlerinin üzerinden atlamaya başlamışlar bile.
domuz gribi, geldi. ama geç kaldı.. çünkü tuulia çoktan başka griplerle fingirdeşmeye başlamıştı bile.. ciddi bir şey değildi.. sadece bir gönül oyunuydu.. en azından tuulia öyle sanıyordu.. bir haftanın sonunda anladı ki gribin gitmeye niyeti yok, yerleşmiş yüzsüz. hayatında hiçbir griple ilişkisi 3 günden fazla sürmeyen tuulia bir haftadır yataktan çıkamamaktan yakınmaya başlamış; yeter artık insan içine çıkamıyorum senin yüzünden, diye isyanlardaymış.
4 silahşörler, mide bulantısı, baş dönmesi, boğaz enfeksiyonu ve ses kısılması, soğuk algınlığının davetiyesiyle tuulia’nın kıramadığı cevizleri, hindistan cevizi olarak bir bir kafasında kırmaya başlamışlar.. h’lerini n’lerini ve rakamlarını tutturamadığımız bu virüsün yol açtığı gribe tuulia domuz gibi gribi ismini takmış çünkü kendisi domuz gibi maşallah! kendisiyle ilişkisini sürdürmeye kararlı insan stalkerlardan sonra zavallı tuulia’nın bu virüs stalkerla olan maceralarını buradan izleyebilirsiniz. şimdi konuyla az çok ilintili ikinci başlığımıza geçelim.
sapığın yazı! ortalarda pek yaz havası olmasa da sapıkları, bu yazı tuulia ile geçirmeye karar vermişler anlaşılan. muhabirimize konuşan tuulia şöyle dedi: “hepsini bir odaya toplasam, hanginiz beni en çok seviyor, diye kavgaya tutuştursam, birbirlerini gebertseler filan..” anlaşıldığı üzere tuulia, e-postalar ve telefon mesajlarından sonra adresine gelen mektuplarla da taciz edilmeye devam ediyormuş.
evet, yanlış okumadınız, sapıkseverler! evine mektup geliyormuş hem de on yıl önceki hortlaklardan.. mektup eline 10 yıl sonra ulaşmış olsaymış bu kadar sinir olmazmış, hayır, 10 yıl öncesinin hortlağı bugün bu mektubu yazıyormuş.. diyormuş ki: işte tuulia’ya benzeyen birini görmüş, peşinden gitmiş, onu arasınmış filan.. ve daha ne fındıklar: bu dünyada sadece tuulia için atan yürekler varmış, falan.. off.
dolmuşta baştan çıkarma sanatı. merhaba, ben tuulia. sunucuyu gönderdim. çünkü söylediklerimi çarpıtıyordu. muhabir de yavşağın tekiydi zaten.. haftanın en önemli olayını sansürsüz ve abartısız kendim sunmak istedim. iyi yapmış mıyım? evet, bence yapmışım ki damperli kamyonlarda başlayıp dolmuş taksilerde biten bu maceramızı benden başkası anlatamazdı. evet.
olayların öncesini hatırlamıyorum ama ben, kardeş ve kardeşin karısı yabancı olduğumuz bir caddede benim iki damperli kamyonla olan hesaplaşmam adına toplanmışız. kamyonlarda benim için çok değerli olan şeyler varmış. ne yazık ki ne olduğunu artık hatırlamıyorum. sonuç olarak iki damperli kamyon caddede bizden hızla uzaklaşırken yayan bir şekilde onları nasıl takip edeceğimiz sorusu aklımıza düşüveriyor.
biz bunu düşüneduralım, kamyonlardan biri bize daha yakın bir sokağa bir diğeri de bir üstteki daha uzak sokağa dönerek gözden kayboluyorlar. “onları kaybedemeyiz! çabuk! takip etmeliyiz!” diye anırıyorum. ama hangisini takip etmeli? kardeş hızlı düşünerek yakın sokağa dalış yapıyor. beni hayal kırıklığına uğratmadığı için eh, tabii ki, diye seviniyorum içimden. “merak etme hepsi aynı yere gidiyor. birini yakalasak yeter!” diye teselli ediyor beni arkasından koşarken.
sonra bir bakıyorum, sokağın içinde beyaz bir toros; kardeş, şoföre eğilip bir şeyler söyledikten sonra arka koltuğa atlıyor. şaşırıyorum ama aynı şeyi yapmam konusunda beni ikna ediyor. beyaz toros içindeki iki şahıs, yurdumuzun sokaklarında beyaz toros içinde görmeye alışkın olduğumuz iki şahıs. arabaya binince içerisinin düşündüğümden çok daha geniş olduğunu fark ediyorum. sonra bir bakıyorum bu toros, bir dolmuş taksiymiş ve içerisi insan kaynıyormuş!
son olarak yakışıklı bir zenci biniyor ve sürücüye bir şeyler dedikten sonra dönüp bana bakıyor. ne oluyor len? diye düşünürkene yanımda bitiveriyor cengâverimiz. en arkadaki koltuğun kapıya yakın kısmında yan yana otururken bir bakmışım bizim zenci, muhabbete dalmış benimle.. sonra bir bakmışım elimi eline almış.. böyle bir cilveleşmeler falan.. ben de ilginçtir höt! terbiyesiz! demiyorum, gayet rahatım hatta..
en sonunda muhabbet, şu noktaya kayıyor; cengâverimizin laflarını aynen aktarıyorum: “how old are you? can I deflower you?” işte o an ipler kopuyor.. ben kafamın içinde olayları tartmaya başlıyorum.. cevap verme gereği bile duymadan kafamdan şu düşünceler geçiyor: evet, bütün bunların altında o çekik gözlü, yakışıklı zenci konuşması var.. bu yüzden şimdi bunları görüyorum..
rüyada görmekte olduğu rüyayı tahlil eden tuulia, başka bir boka yaramamakta ve sonrasında uyanmaktadır.. damperli kamyonlarda ne vardı asla öğrenemeyeceğim.. bilinçaltım beni eğlendiriyor..
- In: amaçsızlık | gelecek | hiçlik | karabasan | keşif | medeniyet | son | yaşam
- 2 Comments
birkaç bir şey oluyor.. mesela yakuzanın kızı, roman yazıyor. 1 kamer, 2 kamer daha, eder 3 kamer.. 3 kamer, bir gecede milyonları yoldan çıkarabilir.. bir de dolunayda devriye polisi olmak, her daim adrenalin demek.. hmmm yakında her yer, roma açık şehir olacak.
gerçekten.. işte olan bu. sonuç olarak, bütün yanılsamalar yok olmaya mahkûm.. peki, sokağımda armonika çalan çingene çifte para veriyorlar mı? âşıklar, balkonlara çıkıp birbirlerine sarılarak neşe içinde sallanıyorlar mı? mahallede yeni yeni veletler türemiş.. her sene 30’a biraz daha yaklaşırken ve etrafımdaki mutlu çiftlerin 5 sene içinde bir anda boşanabileceğini görürken, kendime seçmece velet koleksiyonu yapmayı anlamsız buluyorum.
mutlu değiliz. mutlu olamayız. çünkü “gülerken bile yürek, kederlidir ve bu neşenin sonu kasvettir.”1 ve hiçbir şey daha iyiye gitmeyecek. eminim ki tanrılar, bu insanlar çok gürültü etmeye başladılar, diyorlar yine.. evet, tarih ve tekerrür, el ele, bizi gezmeye götürmeye geliyor.. gezmelerden gezmelere geçeceğiz; gezmelere doyamayacağız..
sakın korkmayın.. babetin modası geçmediyse bile, güneş şemsiyelerinin modası çoktan geçti.. çünkü artık hepimiz varoşuz ve güneş kremleri her marketin rafında mevcut. peki ya “peşinden gitmesini bilen herkes için güneşte bir yer vardır.” derken şair, o güneşlerde yanmamış mıdır?
anne karnında yamyamlık.. buna saygı duyarım. yarın yine doktorlara gidilecek..
gevezeler var