voy a bailar cada mañana

Archive for the ‘ah şu gâvurlar’ Category

bu sene tatile çıkamıyorum. para yüzünden yurt dışı planlarını iptal ettikten sonra hiç gitmediğim şehirlerde gezmek adına aynı parayı harcamaya evet dedim.. domuz gribi hakkında herhangi bir fikrim yok. ama uzaklardayken mide ve bağırsak ilaçlarını listeye eklemek gerekecek. uzaklarda olma fikrini, aynı yoldan eve dönme fikrinden daha cazip bulmak diye bir şey var.. uzaklarda kendini bulmak, uzaklarda cehennemini tanımak; uzaklarda cenneti aramak… ilüzyon bitmez; ama gözlerini açıp o uçuruma gerçekten bakabilecek misin, tuulia?

  • hayatımdan memnun değilim. hayatımdan çok daha memnun olabilirim..
  • artık sigortam var ve sistemde adımı görmek beni korkutuyor. bir süredir sigortalıyım ve daha fazla sigortalanabilirim..
  • kendim için hiç çabalamıyorum; yapmam gereken şeyleri sürekli erteliyorum, sonra birileri çıkıp benim için bir şeyleri hallediyor. bu hep böyle. içimden bir ses, beni sürekli daha rahat olmaya teşvik ediyor.. onu dinlediğim sürece herşey yolunda gidiyor. yaşıyorsam bu yüzden.. yarın tek başıma markete gidip alış veriş yapacağım ve metroya binip gideceğim..
  • uzun zamandır yeni dönüm noktamın nerelerde kaldığını merak ediyordum. şimdilerde bir sonrakinin ne zaman geleceğini merak eder oldum. eğer bir dönüm noktası varsa bu şimdi olmalı..
  • … için nasıl bir kafa yapısına sahip olmak gerekiyor? bu bağlantılar nasıl kuruluyor? insanlar nasıl seviliyor?
  • çocukken çalardım.
  • içine hayalet kaçmış cd player canı istediği zaman dinah washington çalmaya başlarsa buna hayır dememeyi öğrenecek kadar keyiflendiğim zamanlarım oldu..
  • herkesin gülümsediği ve barmenlerin bir süre sonra türkçe konuşmaya başladığı bu şehirde birileri ne kadar mutlu olduğumu ve sürekli gülümsediğimi söylediğinde şaşırmam yersiz..
  • kıçım titremeye başlayana kadar üşüdüğümü anlamadığım havalarda çıplak gezmeyi severim..
  • iki şehre âşık oldum; ikisi de soğuktu, ikisi de mükemmeldi; ikisinden de ayrı düştüm. belki de gerçekten mutlu aşk, yoktur..
  • cehaletim, pek çok şeyi anlamama engel oluyor.

tatil, bitti.

uçan avusturyalı ile uçan fin’in yüzleri gözlerimin önünde.. 19’una kadar bekleyeceğiz. bu bishonenler hep uçuyor ama en güzel bu ikisi uçuyor. ben uçamıyorum. “bana sorma, bakanlığa sor.” derken thom ne demek istediğini anlıyorum.. gitmeden önce evini yakanları daha iyi anlıyorum. bütün belgeler yakılmalıdır ilkesine zaafım var. “gitmek için dönecek yerin olmamalı!” diyorsa eğer içindeki ses ona kulak vermelisin.

fin, uç. yüzyıllardır aynı pislikler dönüyor. senin uçman bir şeyi değiştirmeyecek ama olsun. sen uç ki ben kendime yalancı bir yer bulabileyim.. holiganlardan tek farkım, etrafa saldırmıyor olmam. yoksa saldırıyor muyum?

kulağında kulaklıklarla mantıklı cümleler kurmak pek zormuş. avlanan tavuk.. uçan böcek.. gundam wing, gundamlar arasında en kötüsü.. bugün hiç enerjim yok. “gözlerinizin sinerjisi var mı?” çok yerinde bir soru! alkışlayalım bu sıradan insanı! birlik beraberlik.. ah oh ah oh.. aslında şarkının son derece güzel bir kısmı olan ah ohlar yazılınca bir şeye benzemiyor.. müzik başka bir dünyadan geliyor..

yazmıyorum. ergen.. çok bilmiş.. “ama sizin bir tarzınız yok kuzum!” siz bunlara çok yabancısınız. ne kadar şanslısınız! hatta sizin anlamadığınız bu şeylerle çok doğal karşıladığınız o şeyler ve bütün şeyler, her bir şeyler .. hepsi ama hepsi sıradan geçiyor. hepsi yanlış tarafta.

mutlu olmak için insan ne yapar? yaşamak için insan ne yapar? mükemmel insan ne yapar? hindistan’ın kırmızı noktalı bir bölgesinde insan, unutamadığı ne görmüş olabilir?

düz bir çizgi.. evet, her şey düz bir çizgi.. kurşun.. beyin.. yolculuk var. hiçbir şey yazmasam mesela.. kalem kendi kendine takılsa.. ağzımı açmasam, bakmasam, görmesem.. göllerde boğulsam, sularda kaybolsam.. kimse sihirli olmak istemese.. ama yine de bütün beyaz saçlı veya sarışın bishonenler benim olsa.. bir mangakayı kafalasam.. kendimi ölümsüz yapsam ve ardından ölsem mesela..

yüksekler ilgimi çekmiyor.. düz bir çizgi.. yaşam da ölüm de düz.. ucundan içine düz bir irade.. uyurken yokum. müzik dinlerken yokum. anime izlerken yokum.

paranoia agent

gökyüzünde görkemli bir mantar bulutu.. kuşların patikalarda yemlendiği bir akşamüstünde.. yapraklardan yansıyan güneş ışığının altında çimenlere dokunurken.. hadi, sen ve ben, konuşalım.. bak, piknik masasında bir düş yeşeriyor.. dalgaların sesini yüreğinde taşı.. üzüntülerini unut.. yarına bir köprü kur.. ve tsunami seni hiç endişelendirmesin..

ne görkemli bir jet akımı.. kalabalık bir caddede insanların gezindiği bir akşamüstünde.. bir anlığına gülümseyip elini tuttuğumda hadi, sen ve ben, yürüyelim.. dinle, “artık yapılacak bir şey yok.” diyen sesi bile siliyor rüzgar.. yarını hiç dert etmeden geleceği bana bırak.. kalbini kilitle, çığlara inanma.

dil öyle bir şey ki aynı şarkının farklı bir çevirisi bütün anlamı değiştirebiliyor. japoncadan ingilizceye, en son olarak da türkçeye çevrilince ve herkes kendine göre yorumlayınca anlam dediğimiz şey de pikniğe gidip kaybolmaktan farksız kalıyor sanırım.

kayıp çocuklar, gökyüzünde muazzam bir mantar bulutudur. kayıp çocuklar, bu diyarlara nüfuz eden minik kuşların yoldaşlarıdır. elleriyle güneşin öptüğü çayırlara dokunurken seninle konuşmaya çalışıyorlar. apartman tezgâhlarında düşler çiçek açar. kaderini yüreğinde tut. kederini bastır. bacakların yarına doğru esnesin. gelgit dalgaları gibi şeyler canını sıkmasın. kayıp çocuklar, gökyüzünde muazzam bir mantar bulutudur. kayıp çocuklar, bu diyarlara nüfuz eden minik kuşların yoldaşlarıdır. kayıp çocuklar, apartman tezgâhlarında çiçek açan düşlerdir. kayıp çocuklar, ışığın ağaçlardan süzdüğü günde doğan yoldaşlardır.

gecenin bir yarısı paranoia agent izlerken açılış şarkısı ilk başta dikkatimi çekmemişti.. sonra ilk cümleyi gördüm.. bu kadar acı bir gerçeğin bu kadar hafifçe dile getirilişi.. japonya’nın bugün geldiği noktayı özetliyor belki de bu bakış açısı.. ben beynimden vurulmuşa dönmüşken ki bunu yaşayan sadece ben değilmişim, bir sitede dizinin açılış ve kapanış şarkılarıyla ilgili yaratıcı ekibin yorumlarından bahsedildiğini görüyorum.

meğerse gece yarısından sonra yayınlanan dizinin izleyicileri televizyon başında uyuklamasınlar ve bu açlışı gördükleri anda uykuları açılsın diye hazırlanmış bu tema. komik ama mantıklı çünkü dizinin kapanışı da insanlara uyku vaktinin geldiğini hatırlatırcasına huzur verici ve ninni niteliğinde. adamlar işlerini biliyorlar. yine de bu açılış ve kapanışa gereğinden fazla anlam yükleyenler de mevcut ki onları suçlayamam.

yağmur benimle konuşuyor.. bu gece sizinle ilk defa samimi olmaya karar verdim sevgili hindibalar ve ebegümeçleri.. şu ilk cümleyi yazdıktan sonra açık pencereye doğru gitmek zorunda kaldım. çünkü yağmur, gerçekten konuşuyor.. o kadar hiddetli ki inanamıyorum, diyorum dışarı bakarken.

gerçi bugün ve yarın için gökgürültüsü ve sağanak yağış, demişti televizyon. biliyorsunuz o da konuşuyor. neyse, sonuç olarak ben pencerede mutlu mutlu bakınırken şimşekler çakmaya devam etti ve bir ara şimdi başıma yıldırım düşse ve odama girseler yazdığım son cümlenin “yağmur benimle konuşuyor.” olduğunu görecekler, diye düşündüm. güldüm buna. ne güzel olurdu len, dedim sonra. olmadı tabii..

yağmur sesiyle orgazm olduğunu iddia eden bir arkadaşım vardı.. benimkisi daha çocuksu bir mutluluk, huzur hatta ama yine de ne demek istediğini anlayabiliyorum.. hatta an-la-ya-bi-li-yo-ruz, öyle değil mi, ilk göz ağrım ebegümeçleri ve sonradan gelen hindibalar?

size bir konuda daha samimi ve dürüst davranmaya karar verdim.. yakında yanınıza hibiskus ve gül de katılacak. böylece bu çünlük de yavaşça şifalı otlar ve şuh çiçekler bahçesine dönecek. ama o kadar çok ihmal ettim ki kendisini yaban otlarıyla bile konuşmaya başlayabilirim yakında.

az önce ağaçlar yerlere eğilirken bizim buralarda kasırga olmaz ki, diye geçirdim içimden. halbuki olsa ne güzel olur. yani buraya kasırga getiremeyeceğimize göre biz kasırgaya gidelim değil mi? zaten türk milletinin kasırga merakı olduğunu hiç sanmıyorum ama bir Hacer Kasırgası gelip böö dese bize arada sırada, şu gâvurlardan eksiğimiz kalmasa, her konuda sidik yarıştırsak? olmaz mıydı, güzel?

böylece abuk sabuk işlerle de uğraşmazdık. mesela şimdi bu işsizler ordusunun bir kısmından Türk Kasırga İsimlendirme Teşkilatı -derneği değil lütfen, koskoca teşkilat olmalı bu!- kurulsa. onlara maaş bağlansa, güzel olmaz mı? bakın ilk ismi ben buldum: Hacer. bundan daha şugarı olamazdı. sonrasında da geriye kasırgaları yurdumuza getirmek kalır ki onunla da bir zahmet büyüklerimiz uğraşsın. benden şimdilik bu kadar.

hibiskus, canım, gülle arandaki bağlantıyı çözücem senin! ona göre.

ayrıca inanmaz notu: hayır, bu yazıyı ben yazmadım. yazdın, diyeni şöyle yaparım; çaldın, diyeni de böyle. ne yazdım ne çaldım; arada işte.. hibiskusla gülün arasında, yani.

öff notu: evet, bence de öff.

benim son derece aşağılayıcı ve aptalcasına gereksiz bulduğum durumların, bazı kişilerce havalarda uçarak karşılanmasına çoğu zaman anlam veremiyorum. sanırım gerçekten başka bir dünyadanım.

ya da bunlar başka bir dünyadan.. öyle düşünmeyi tercih ederim. neden ben öteki olayım ki? tüm dünya bana öteki! hepinizi dışlıyorum! vs. saçma oldu tabii böylesi.

bu gece 10’da şu dizinin 4. sezonu yayınlanmaya başlayacakmış. bu kadar erken geleceğini düşünmemiştim. bu bana indirmem gereken yeni bir dizi sezonu olduğunu hatırlattı. izlemediğim onca şeyin yanına eklenecek bir sürü şey daha…

oradan buraya nasıl geldik, derseniz eğer şöyle ki: ben saylonları tutuyorum. bu yüzden bana da tost makinesi âşığı diye isim takabilirsiniz. insanların boylarının git gide uzadığı, tüylerinin azaldığı, beyinlerinin büyüdüğü, nöron bağlantılarının çoğaldığı ve en önemlisi ömürlerinin uzadığı gerçeği göz önüne alınırsa bizim göremeyeceğimiz bir çağda saylonumsularla çok daha iyi anlaşacaklarını düşünmek istiyorum.

ne diyorum? dediğim şu: kimliğimde inanmadığım dinin yazılı olmasını, inandığım şeyi yazdırsam iş bulamayabileceğimi ya da başka bir dinle ilgili bir işyerinde çalışırken bombalanma vs. gibi saldırılara uğrama ihtimalinin olabiliceğinin sürekli yüzüme çarpılmasını hazmedemiyorum. ağdacımdan ramazan ya da din eğitimiyle ilgili nutuk dinlemek de istemiyorum. bunun temiziliğe gelen kadının başucu çekmecenize meryem ana heykeli koymasından hiçbir farkı yok. –hatırlarsın sen, biliyorum

kanım kaynıyor, sevgili hindiba. allah cezamı verecek, biliyorum. beklemedeyim.

kanallarda dolaşıyorum.. izleyecek hiçbir şey yok.. sonra kanal 1’de bir film.. 4 kadın bir barda oturmuş konuşuyorlar.. önce telesine hâliyle ne komik göründüğünü düşünüyorum filmin.. görüntüler o kadar komik, diyaloglar o kadar abuk ki “hah, tamam” diyorum “2. sınıf hede hödö filmi. ben bilgisayarda bir şeylerle uğraşırken bana ses olur.”

sağ alt köşede bir yazı: ölüm geçirmez. daha kötü olamazdı, diye düşünüyorum. sonra konuşmalar ilgimi çekiyor; orman kaçkını julia sanırım şöyle bir şeyler diyor:

“seni barda bulacaklar, yanına yaklaşacak ve sana bir içki ısmarlayacaklar. sonra şu şiiri okuyacaklar:

korular çok güzel, karanlık, derin,
ama verilmiş sözüm var benim,
ve uyumadan önce millerce yol gideceğim,
beni duydun mu kelebek?
millerce yol, sen uyumadan önce..*

Yazının devamını oku »

efendim, aslında bu kısımlar boş olacaktı ve doğrudan aşağıdaki videoya atlayacaktım. ama sonradan bu videoyu neden bu kadar çok sevdiğim üzerine düşünme kararı aldım. düşünürken şu aklıma geldi: crispin glover denen şu acayip adam, çeşitli filmlerde hep acayip karakterleri canlandırır, beni ve birçok izleyeni garip duygulara sevk ederdi. ancak az sonra izleyeceğiniz videodan şimdiye kadar haberim olmamıştı ve hatta kendisini araştırma gereği bile duymamıştım.

sonra düşündükçe, hayatta insanları teperek ilerlediğimi fark ettim. birisi canımı mı sıkıyor, bir ilişki yürümüyor mu ya da birileri hayatının ağırlığı altında eziliyor mu hemen tepiyordum. çünkü ne kadar çok iyilik edersen o kadar değerin düşüyor ve ne kadar tepersen o kadar değerli oluyordun. hayretler içinde gördüm ki ben teptikçe insanlar bana yapışıyordu. sonra bu kibar tepişler, bu insanları nihai bir tepişle kapanışa doğru iteliyordu. Yazının devamını oku »

izleyelim, canım. hepsini izleyelim. heroes izleyelim. dexter izleyelim. weeds izleyelim. criminal minds izleyelim. üstüne wihout a trace, diyelim. cold case, diyelim. olmadı csi serisine girelim. o da olmadı sitcomlara dalalım. the new adventures of old christine izleyelim. sonra how i met your mother izleyelim. kaldı mı atladığım, unuttuğum? ah tabii ya er tüm heybetiyle devam etmekte. gerçekler ağır gelirse, 4400 yardımımıza koşar. yanında biraz bayat tadında ghost whisperer alırsak da sorun olmaz. Yazının devamını oku »

sayın okuyan, eğer hâlâ oradaysanız çok geçmeden şu gerçeği öğrenin: uygarlık, musluk suyu tezahüründe midenize akarken bulunduğunuz yere dikkat ediniz! öyle ki istanbul ve kahire ne kadar benzeşse, uygarlık ve musluk suyu da o kadar benzeştir.

filmlerden bir şey öğrenilmez, demeyin. filmlerin nelere kadir olduğunu biliyor olmalısınız; sokakta adam da taşlatırlar o adamı omuzlara da aldırırlar… bilgi ayağımıza geldiğinde çoğumuz doğruluğunu sınama gereği duymayız. “biliyor musun şöylemiş, böyleymiş…” diye yayılır söz. bir süre sonra herkesin ağzında aynı şey dolanmaya başlar. herkes, her şeyi biliyordur!

söyleyeceklerim ne yazık ki bu kadar, sayın okuyan.. hâlâ orada mısın? küçük dişi ayıcık ve 11.000 bakiresi hepinizi korusun.

ha unutmadan, hazır buradayken şunlara da bir bakın:

Bottled Water Isn’t Healthier Than Tap, Report Reveals
Bottled Water: Better Than the Tap?
Is Bottled Water Better Than Tap?
Musluk suyu içilir mi?
Musluk suyu damacanadan temiz mi ?
Şişe suları ne kadar sağlıklı?

bu gece yersiz ve hünersiz bir itirafta bulunacağım, sayın okuyan: ben çünlük tutmadan önce hiç çünlük okumazdım. evet. bu da ne kadar benmerkezci bir insan olduğumu gösteriyor zaten. Yazının devamını oku »


hayatın anlamı, evet.


Viagra orgy leads to man's death *
Posted by David Pescovitz, February 27, 2009 2:09 PM

Serge Tuganov, 28, of Moscow, accepted a $4000+ bet from two women that he couldn't handle a 12-hour sex marathon with them. According to KTLA News, he won by downing a bottle of viagra. But right after the orgy, he died of a heart attack. No info on how many pills might in a "bottle." In fact, not much info in general. "Man Dies After 12 Hour Viagra Fueled Orgy" (Thanks, Derek Bledsoe!)


Jessemoya:
Well, of course he died. What else do you do with your life after you win a $4,000 bet by having sex with two women for 12 hours? Nothing! That's it, you're done. YOU WIN.

Bu da nesi?

dikkat!

 

ah, bu çünlük, hiçbir şey olmak ya da daha da kötüsü her şey olmak adına üzerine gereğinden fazla şey almıştır.


ne yazdıklarımın arkasından çekilirim ne de yazılanlara bel bağlayabilirim.. sabahın köründe karanlıklar içinden çıkıp kapıma dayanan adamların beynini patlatmak için bir silahım olsa ben de bebekler gibi uyurdum. tek dileğim, oyunun orta yerinde hata veren, yeniden başlayan nonoş bilgisayarıma organ nakli yapabilmek. üç kuruş kazanamazken üç kuruşumu almaya gelen kara adamlara haddini bildirme isteği ile dolup dolup taşarım.


takip ettiğim blogların birer birer yazmayı bırakmasını, ara vermesini üzerime almalı mıyım? ya da tadı tuzu kaçanlara "cık cık cık.. yakıştıramadım." mı demeliyim? her şey boş.. dağılın.. görecek bir şey kalmadı millet! ama yine de.. doktor, söyle bana: dudak parlatıcımı gece yatarken yastığımın altına koysam sabah kalktığımda dudaklarım daha dolgun olur mu? bu dudaklarla hırsıza bir tane koysam duvara yapışır, anasını babasını unutur mu? ha?


bir zamanlar özgün merhaba:


veee, hepinize elo melo sayın simciler ve de simcikler!


“boş boş boş” ve de “laf laf laf” görmek istiyorsanız doğru yerdesiniz. “ama ben burada yazılanları anlamıyorum.” diyenlere de şimdiden “uğurlar olsun.”


ayrıca, sûlsûl ve de tuuliaaa!

bir de buradan buyurun

Mayıs 2024
P S Ç P C C P
 12345
6789101112
13141516171819
20212223242526
2728293031  

dear stalker

takip etmek istersen..

ayrıca

rocassid [at]la ciimeyil nehrinin kıyısında dolaşmaya çıktı. burada hava güzel, gönlü ferah... uğrarsan orada olacak..

gezinenler var

  • 53.442 kere gezmişler

kedimi nasıl zehirliyorum..

en sevdiğim zehir üreticileri


en sevdiğim zehirler


bu aralar